Ana Sayfa Veysel Güney Kimdir? Basından Belgeler
SİZİN VEYSEL Videolar İmza Kampanyası İletişim
Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Veysel Güney Davası Yeniden Yargılama Başvurusu


Veysel Güney Davası İade-i Muhakeme Başvurusu

ANKARA ( ). AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA Gönderilmek Üzere, İSTANBUL NÖB. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

YARGILAMANIN YENİLENMESİNİ İSTEYEN : Ayhan Güney

VEKİLLERİ: Av. Kemal Işkın Keleşoğlu, Av. Halis Yıldırım, Av. Sabri Kuşkonmaz, Asmalı Mescit Sok. 11/6 Beyoğlu-İst. (Tüm vekiller için geçerli)

DAVACI: K.H.

SUÇ : Adam öldürmek, Yasadışı örgüt faaliyetlerine katılmak, Adam öldürmeye tam teşebbüs, 6136 sayılı Yasaya Muhalefet.

KONUSU:
Ankara Ağrı Ceza Mahkemesi’ne devredilen, Adana- Kahramanmaraş-Gaziantep-Adıyaman- Hatay İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No lu Askeri Mahkemesi’nin, 1981/71 E., 1981/80 Karar sayılı davasına ilişkin olarak, CMK 318/I uyarınca görevli olan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne, CMK 311. maddesi uyarınca yargılamanın yenilenmesi istemini içeren başvurudur.

AÇIKLAMALAR

A. Olay


1- Müvekkilimiz Ayhan Güney ‘in ağabeyi Veysel Güney, Gaziantep İli’nde 28.12.1980 yılında güvenlik güçlerinin bir ev baskını sırasında yaralı olarak yakalanmıştır. Eve yapılan baskın sırasında, dosya bilgilerine göre silahlı çatışma çıkmış, evde bulunan iki kişiden birisi olan Ali İhsan Özer olay yerinde çatışmaya katılan bir polis tarafından ateşli silahla vurularak öldürülmüştür. Yine bu olay esnasında, çevre güvenliğinden sorumlu Üsteğmen Şahin Akkaya ağır bir biçimde yaralanmış, kaldırıldığı hastanede kurtarılamamış, ertesi gün ifade veremeden ölmüştür.

2- Olaydan hemen sonra Veysel Güney ‘in ifadesine başvurulmuştur ((Ek-1). Yine olaydan hemen sonra çatışmaya katılan güvenlik görevlilerinin de ifadelerine başvurulmuştur. Tüm ifadelerde maktül üsteğmenin daireye girişi ve kimin tarafından öldürüldüğü hususu konusunda hiçbir bilgiye ulaşılamamıştır. Ancak, dönemin “olağanüstü” koşullarında eldeki tek sanık olan Veysel Güney suçlanmış, son derece hızlı bir yargılama ile;

• 5.2.1981 tarihinde tensib yapılmış,

• 6.2.1981 tarihinde ilk duruşma yapılmış,

• 17.2.1981 tarihinde ikinci duruşması yapılmıştır.

Sanık, Adana Bölgesi Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkemesi ‘nin, 1981/71 E., !981/80 Karar no ile, 17.2.1981 tarihinde yapılan ikinci duruşmasında idama mahkum edilmiştir. Kararı Askeri Yargıtay 21.4.1981 tarihinde düzelterek onamıştır. Ölüm cezası, Güvenlik Konseyi ‘nin 8.6.1981 tarih ve 2473 sayılı kanun ile onanarak, 9.6.1981 tarihli Resmi Gazete ‘de yayımlanmıştır. Ceza, 10.6.1981 tarihinde gece 03.15 ‘de infaz edilmiş, sanık Veysel Güney asılarak öldürülmüştür.

3- Yukarda da değinildiği üzere, “olağanüstü” koşullarda son derece hızlı bir yargılama yapılmış, pek çok husus şüphe altında olmasına karşın, zabıt imzacılarıyla iki sivil tanığın dinlenmesi ile yargılama bitirilmiş ve idam cezası verilerek bu ceza infaz edilmiştir. Yine bu hal içerisinde, sanıkla fiil arasındaki temel nedensellik bağını kurabilecek olan balistik incelemesi de hiçbir yargısal denetime, başka bir deyişle basamaklandırılmış hukuksal denetime dahi gerek görülmeden, ilk elde edilen veriler temel alınarak hükme dayanak alınmıştır. Üstelik bu verilere ilişkin delil elde etme silsilesi de yine vahim eksiklik ve şüpheler taşır durumda iken, bu eksiklikler de giderilmemiştir. Kısacası, Veysel Güney, dönemi çok veciz özetleyen ve bir o kadar da kara söz olan “asmayalım da besleyelim mi” yaklaşımı içinde bir çeşit “emir” ile asılarak öldürülmüştür. Dönemin olağanüstü koşullarında, çağdaş ceza hukukunun temel ilkesi olan maddi gerçeğin bulunması tamamen göz ardı edilmiştir.

4- Bunların da ötesinde, o dönemde, sanığın cenazesi ailesine verilmemiştir. Resmi tutanak ile öldüğü tespit edilmekle birlikte, henüz ulaşılmış bir ceset de yoktur. Aynı biçimde, dosyaya ve ailesine yazdığı mektuba da ulaşmak mümkün olmamıştır.

Son bir yıl içinde, dosyaya, mektuba ulaşılmış, yargılama sürecindeki şüpheler ortaya çıkmıştır. Bununu da ötesinde, Veysel Güney’i ilk sorgulayan ve ilk kovuşturmayı yapan dönemin görevli Savcısı Mete Göktürk’ün kaleme aldığı bir kitaptaki anlatımları, şüphelerin ağırlığını ortaya koymuştur.

5- Yukarda belirtilen gelişmelerden sonra, yargılamanın yenilenmesi için Ankara Ağır Ceza mahkemesi’ne başvuruda bulunulmuştur. Ankara 6. Ağır Ceza mahkemesi, 20077225 E. İş sayılı, 14.5.2007 tarihli karraı ile, yargılamanın yenilenmesi talwebinin Adana k.Maraş, G.Antep, Adıyaman Hatay İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı 2. No lu Askeri mahkemesi’ne yapılması gerekeçesi ile görevsizlik ve yetkisizlik kararı vermiştir. Kararla birlikte, “dosyanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderildiği belirtildiğinden, gönderildiği yer Ağır ceza mahkemesinde yargılanmanın yenilennesi talebinde bulunması hususunda MUHTARİYETİNE” dair husus da kararda yer almıştır. (Ek-8)

Bu karardan sonra, tarafımızca dosyanın araştırılması yapılmış, (Ek-9), T.C. Genelkurmay Başkanlığı Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 10.01.2008 tarih ve “Ankara-2008/650 (12435) sayılı yazı ile, dosyanın “Halen KKK.lığı Adli Müşavirliğinin Sıkıyönetim Arşivindew bulunduğu” bilgisine ulaşılmıştır.(Ek-10). Bu durumda, Sıkıyönetimin kaldırılması halinde Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinin görev ve yetkisi konusunda düzenleme getiren, 27.12.1993 tarihli 3953 sayılı kanunla 1402 Sayılı Kanun’un 23. maddesinde yapılan değişiklik uyarınca, görevli ve yetkili mahkeme Ankara Ağır Ceza Mahkemeleri olduğu anlaşılmıştır. Anılan Kanun düzenlemesi şu biçimdedir;

” Madde 23 – (Değişik : 27/12/1993 – 3953/1 md.)

Sıkıyönetimin kaldırılması durumunda, sıkıyönetim askeri mahkemelerinin görev ve yetkileri sona erer.

Soruşturma ve dava dosyaları karar verilmesine gerek olmaksızın durumlarına, mahiyetlerine ve kanun hükümlerine göre, bulundukları aşamada soruşturmaya ve yargılamaya devam edilmek üzere görevli ve yetkili mercilere gönderilir.”

Bu Kanun uyarınca da, dosya Ankara Ağır Ceza Mahkemesi yetki ve görev alanında bulunan Kara Kuvvetleri Komutanlığı Sıkıyönetim arşivine gönderilmiştir.

B. Yargılamanın Yenilenmesi Nedenleri

1- CMK’da, yargılamanın yenilenmesine ilişkin hükümler 311. maddede düzenlenmiştir. CMK 311. MADDE (e) fıkrasına göre yargılamanın yenilenmesi nedeni için;

a) yeni olayların,

b) veya yeni delillerin ortaya konması,

c) yeni olay veya delillerin yalnız başına veya önceden ortaya konan delillerle birlikte göz önüne alındığında;

aa) sanığın beraatına,

bb) veya sanığın daha az bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanmasına neden olması gerekliliğine yer verilmiştir.

Aşağıda sunulacak neden ve deliller, yasanın aradığı koşullara tam bir uygunluk göstermektedir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, yargılamanın yenilenmesi istemi konusunda, gerek süre yönünden, gerekse başvuran yönünden hukuksal bir engel yoktur. Bu konuda Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin aşağıdaki kararı yol göstericidir;

“Yargılamanın yenilenmesi ( Muhakemenin İadesi ) CMUK.un 327-341. maddeler arasında düzenlenmiştir. Kural olarak kesinleşen hükümle sonuçlanmış bir dava yeniden yargılama konusu yapılamamakla birlikte gerçek adaleti hedef alan ceza yargılamasında sayılı bazı-durumlarda yargılamanın lehe veya aleyhe yenilenmesine cevaz verilmektedir.

Yargılanmanın yenilenmesinde herhangi bir zamanaşımı bulunup bulunmadığı hususunda yasalarımızda açık bir hüküm bulunmamakla birlikte; hükmün icra edilmiş olması ve hatta mahkumun ölümü halinde ölenin karısı veya kocası, usulü, furuu, erkek veya kız kardeşlerinin yargılamanın yenilenmesini isteyebileceklerine ilişkin ( CMUK.un 329 ) düzenlemesini göz önüne alan Yargıtay, lehe yargılamanın yenilenmesinde zamanaşımının söz konusu olamayacağını, mantıki bir sonuç olarak kabul etmiş ( Ceza Genel Kurulunun 12.1.1952 4/16 ): doktrinde de bu uygulama destek görmüştür ( E. Özgen Ceza Muhakemesinin Yenilenmesi 1968 s. 53; F.Erem Yargılamanın Yenilenmesi ve zamanaşımı Yargıtay Dergisi Ocak-Nisan 1992 sayı 1-2: s: 45-47. )

Yargılamanın iadesi kararı üzerine asli dava geri gelemeyeceğinden bu aşamada dava zamanaşımı söz konusu olamaz. İade kararı üzerine kanıtları toplayan mahkeme bunları önceki kanıtlarla birlikte değerlendirerek sonuçta iki karardan birini vermekle yükümlüdür. Yeni kanıtlar önceki hükmün iptalini gerektirmeyecek nitelikte ise önceki hükmün onanmasına karar verir. Aksi halde önceki hükmün iptali ile birlikte belirlenen yeni duruma göre yeni bir hüküm kurması gerekir.” (1. CEZA DAİRESİ, E. 1999/3547, K. 1999/4139, T. 8.12.1999).

Yukarıda anılan kararda değinilen CMUK, 5271 S.lı Kanun ile değiştirilmiş ve Ceza Muhakemesi Kanunu yürürlüğe girmiştir. Yeni kanunda da, 311-323 maddelerinde yine karar içeriğine uygun düzenlemeler yer almıştır. Yargılamanın yenilenmesi için başvuru CMK 318/I uyarınca hükmü veren mahkemeye yapılır. Başvurumuza konu hükmü veren Adana 2 No lu Sıkıyönetim Mahkemesi lağvedilmiştir. Bu mahkemelerdeki mevcut; kararlı veya derdest tüm dosyalarla ilgili olarak da ağır ceza nahkemeleri görevlendirilmiş, dosyalar görevli kılınan mahkemelere devredilmiştir. Veysel Güney ile ilgili dosya da Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne devredilmiştir. Bu itibarla, hükmü veren mahkeme lağvedilmiş olmakla birlikte, dava/hüküm dosyası uhdesinde bulunan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, CMK 318/I uyarınca yargılamanın yenilenmesi için başvuru merciidir.

2- Veysel Güney davasında, emekli savcı Mete Göktürk’ün kaleme aldığı ve dönemin olaylarının değerlendirmelerini de içeren “Adaleti Gördünüz mü” adlı kitap, CMK 311/e kapsamında, ispat gücü olan bir yeni delil durumundadır (Ek-2). Kitapta; “Üstelik Veysel Güney’in ölüm cezasına çarptırılması olayını en başından beri izlemiştim. Çatışmada ölen teğmen ve militanın ölü muayenelerinde bulunmuş, çatışmanın yaşandığı apartman havalandırma boşluğundan koşmaya çalışırken yakalanan ve görevlilerce feci şekilde dövülerek ağır yaralanan Veysel Güney’in hastanede ilk ifadesini almış, olayın hazırlık soruşturmasını ben yapmıştım. Soruşturmanın bu aşamasında, çatışmada Veysel Güney’in de silah bulundurduğuna dair bir kanıt elde edilememişti. Sonradan ne gibi gelişmeler olduğunu bilmiyordum. Ancak benim ilk tespitlerimle Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nin verdiği karar örtüşmüyordu. O günlerde yaşanan ortamın olağan dışılığı da göz önüne alındığında, yargılamanın tarafsız ve adil yapılmamış olabileceğine ilişkin kuşkular duyuyordum.”(Mete Göktürk, Adaleti Gördünüz Mü? Telos Yayınları İstanbul, Haziran 2006 sayfa 72).

İspat ve delil ceza yargılamasının temel kavramlarındandır. Çünkü delil olmadan ispat olmaz ve ispat olmadan da mahkumiyet hükmü kurulmaz. Tersi durumda maddi gerçekliğe aykırılık ve hukuksuzluk vardır. Ortaya çıkan yeni delil, bu maddi gerçekliğe ilişkin ispat aracı olma özelliği taşımaktadır.

“İspat maddi olgular konusunda kesin kanaat ve inanç uyandırmaktır, fakat bu kişiden kişiye değişebilmektedir. Belli bir kişi bakımından bir olayda yeterli olan deliller bir başkası bakımından yeterli sayılmayabilir. Bu nedenle özellikle ceza yargılaması alanında ispatın nısbiliğinden söz edilir. Fiili dış dünyada var eden, maddi olaylardır. Fiilin maddi unsuru gerçekleşmeden, suç konusu fiilden ve dolayısıyla failin cezalandırılmasından söz edilemez. Bu nedenle fiilin ispatı belli bir kesinlik derecesinde olmalıdır. Aksi halde fiil ve faille ilgili kuşkulu bir durumdan söz edilemez. Böyle hallerde de “Şüpheden sanık yararlanır (in dubio pro reo)” evrensel kuralı işler. . (E. Yurtcan s. 248 Ceza Yargılaması Hukuku İstanbul, 2005)

Veysel Güney davasında da, emekli Savcı M. Öztürk’ün kitabı ve bu kitabında yer alan tanıklığı, öğretiden yapılan alıntıda yer alan hususlarla uygunluk göstermektedir.

Yeniden yargılama isteminin birinci dayanağı bu tanıklık ve anılan kitaptır. Açıkça görüldüğü üzere, ilk soruşturmayı yapan bir savcının “şüphesi” altında idam cezası verilmiştir. Başka bir deyişle, ispat bakımından “belli bir kesinlik derecesi” olmayan bir fiilden dolayı sanık hakkında idam cezası verilmiştir. Bu kanıt da yargılamadan çok sonra, yeni elde edilmiştir.

Erdener Yurtcan, yukarda anılan eserinde ispatı;

a) doğrudan doğruya ve önemli olgularla ispat,

b) dolaylı olgularla(belirtilerle)ispatı,

olarak değerlendirmeye tabi tutmaktadır. Bu ayrıma ek olarak belli ve açık hususların da ispatının gerekmediği hususunun belirtmektedir.

Veysel Güney davasında, adil yargılamanın yapılmaması, savunma hakkının kesin bir biçimde ihlali, yaşam hakkının ortadan kaldırılması hususları için, dosya içeriği ve yargılama süreci kendi başına dolaylı olaylar/ belirtiler olarak ispat araçlarıdır. Ancak bunun yanında emekli Cumhuriyet Savcısının tanıklığı CMK 311 kapsamındaki bir kanıttır. Üstelik bu kanıt, yukarıdaki ayrım içinde yer alan “doğrudan doğruya ve önemli olgularla ispat” kapsamına girecek denli önemlidir.

3- Veysel Güney’in 16.02.1981 tarihli dilekçesi de yine çok önemli bir kanıttır (Ek-3). Ceza yargılamasının temel süjesi/konusu olan sanık, 16.2.1981 tarihinde, duruşmadan bir gün önce avukat isteminde bulunmuştur. Bu dilekçe, yargılama bittikten, sanık idama mahkum olduktan iki gün sonra 19.2.1981 tarihinde dosyaya girmiştir.

Veysel Güney’in yargılanmasında, en temel haklardan biri olan ve “kutsal” nitelemesi ile anılan savunma hakkı tamamen ortadan kaldırılarak yargılanmış ve tüm aşamalarda da bu ağır hak ihlali sürmüştür. Çağdaş hukuk anlayışında savunma hakkı ihlalinin, adil yargılama hakkı ihlali olduğu hususu tartışmasız kabul edilen bir gerçekliktir.

Bu hakkın ihlal edildiği, 16.2.1981 tarihli mektup ile anlaşılmıştır. Bu itibarla, bu delil de tek başına yine CMK 311m. uyarınca, yargılamanın yenilenmesini sağlayacak niteliğe sahiptir. Son celsenin duruşma tutanaklarında yer aldığı gibi, sanık tevsii tahkikatın anlamını dahi bilmeden yargılanıp, bu aşama geçilmiştir.

Yargılama aşamasında, sanık lehine hususların/delillerin de elde edilmesi yönündeki usul kuralına hiç uyulmamıştır. 16.2.1981 tarihinde avukat tutma isteğiyle dilekçe vermiş olmasına karşın, bu isteğin yerine getirilmemesi, tevsii tahkikat talebi açısından da bir hukuka aykırılık oluşturmaktadır. Bu yeni delil, yargılamanın tevsii tahkikat aşamasının yapılmamış olduğunu da kanıtlamaktadır. Sanığın savunması açısından mevcut olabilecek tevsii tahkikat taleplerinin sorulması ve tespitinde gerekli özen ve usulde yapılmamış olması savunma hakkının açık bir ihlalidir. Tüm savunma manzumesini yargı önüne taşıyamadan sanık hakkında verilen idam hükmü bu açıdan da hukuka aykırıdır.

Yineleme gerekirse; İdam ile yargılanan bir sanığın savunma için açık ve kanıtlanmış talebine karşın, bu talebin yerine getirilmemesi açık bir hukuka aykırılıktır.

4- Belgelerin ceza yargılamalarında delil olabilmesi onun kim tarafından yazıldığının bilinmesi şart kılınmaz. Anonim bir mektup da belge niteliğindedir. Belge delili açısından da;

Emekli Savcı Mete Göktürk’ün kitabı, sanık Veysel Güney’in 16.02.1981 tarihli dilekçesi ile birlikte, idam edilmeden hemen önceki 10.06.1981 tarihli mektubu da bir belge niteliğindedir. Bunların yanısıra, bizzat karar ve karar gerekçeleri, gerekçelerin dayanağı ifadeler de belge niteliğindedir. Ceza yargılamasının amacı maddi gerçeği bulmaktır. Maddi gerçeğin bulunması ve bu maddi gerçek merkezinde fiilin nitelendirilip, failin cezalandırılması kamunun korumakla görevli olduğu hukuksal dengenin korunmasında temel amaçtır. Yargılamada hukuksal dengenin korunması; hakkaniyet ve adillik kavramlarıyla gün yüzüne çıkar. Adil ve hakkaniyete uygun davranan bir yargılama ve hüküm ile bozulan hukuksal denge onarılmaz, tam aksine sanık aleyhine, dolayısıyla sanığın bir insan olmasından dolayı; insan ve hakları aleyhine bir dengesizlik ortaya çıkar. Veysel Güney davasında insan ve insan hakları aleyhine açık bir dengesizlik ortaya çıkmıştır. Bu dengesizlik ancak ve ancak yargılamanın yenilenmesi yoluyla onarılabilecektir. Çünkü, dengesizliğin maddi dünyadaki görünümü asılarak öldürmek olup, bunun da hukuksal anlamı, yaşam hakkı ihlalidir.

5- Yukarda sayılan ağır hukuki eksiklikler, hüküm üzerindeki şüphenin sürekliliğine hukuka ve mahkemelere güven eksikliğinin sürekliliğine neden olacaktır. Dolayısıyla, yargılamanın yenilenmesi, salt sanık yakınları müvekkillerimizin hukuksal çıkarı ile sınırlı olup, kamusal yanıyla da bir sorumluluk ve gerekliliktir.

Ceza yargılamasında taraflara ispat yükü yüklemek söz konusu değildir (Yurtcan, age. sayfa 263). Bu itibarla ceza yargılamasında bir ispat yükünden söz etmek yanlıştır.

Bunun yerine, ciddi ve ağırlıklı ispat araçlarının ve yeni bulguların varlığı yeterlidir. Bundan sonrası, yani suçun sabit olup olmaması “sübut bulması” ancak ceza yargılamasının yapılmasıyla mümkündür. Bu nedenle de mevcut, yeni ciddi kanıtlar nedeniyle, bu kanıtların yargısal süreçte tartışılması usuli ve hukuki bir zorunluluktur.

Dosyadaki şüphelerle birlikte, ileri sürdüğümüz deliller bir arada değerlendirildiğinde, 311. madde yer alan, “yalnız başına veya önceden sunulan delillerle” ibaresi göz önüne alındığında, yeni bir hüküm için yeni bir yargılama gerekliği ortaya çıkmaktadır. Öyle ki, burada tarafımıza düşen bir ispat yükü olmamakla birlikte, pratikte bu ispat yükünün dahi yerine getirilmediği görülmektedir.

6- Yukarda sayılanların yanı sıra, yargılamanın yenilenmesi için, başta Mete Göktürk olmak üzere tanık deliline de dayanıyoruz. Kitapta anlatılanlar, olayla ilgili doğrudan bilgi sahibi olan bir tanıklığın bulunduğunun da göstermektedir. Tanık beyanı en önemli delil kaynaklarındandır (Yurtcan age s.263). Sayın Yurtcan, delilleri açıklarken, sanık beyanından sonra, tanık beyanına yukarıdaki önemi vermiştir.

Olayda, Emekli Savcının yanı sıra sanık Veysel Güney’in bulunan mektubu da CMK anlamında bir tanık beyanıdır ve idamdan yirmi beş sene sonra yeni bulunmuştur.

7- Prof. Dr. Erdener Yurtcan, 3. delil manzumesi “bilirkişi mütalaası” nı göstermiştir. Bilirkişi incelemesi ve mütalaası son derece geniş olmakla, olayda bu delile de gerektiği gibi dayanılmamıştır. Yine anılan eserde, dördüncü sırada yer alan keşif delili de, Veysel Güney dosyasında eksik kalmış, tam anlamıyla “kağıt üstünde; krokide” keşifle yetinilmiştir. Bu husus da yine gerekçeli kararda, bu biçimiyle yer almış ve “gayrı resmi” keşif yapıldığından ve bu nedenle tutanak tutulmadığından bahsedilmiştir. Bu husus da yine başlı başına usulden ve esastan hukuka aykırı olup, yargılamanın “olağanüstülüğüne” açık bir örnektir.

Savcı Mete Göktürk’ün vurguladığı “olağanüstü koşullarda” da yargının temel işlevi değişmez, değişmemelidir. Koşulların olağanüstülüğü, yargının ve yargı kararlarının da olağanüstü olması anlamına gelmez. Aksi taktirde bir hukuktan değil, bir kıstastan, ilkel kıstas “hukukundan” ve bu hukukun geçerli olduğu duruşmalardan söz etmek gerekecektir. Mevcut davada olan da budur. Askeri Savcılığın dosyası Adana Sıkıyönetim Komutanlığı’na gönderilmesine ilişkin 12.01.81 tarihli kararında, “Olay Devrimci Yol mensupları ile ilgili olmasına rağmen; olayın önemine ve ivediliğine binaen Gaziantep’teki Devrimci Yol mensupları ile ilgili olarak yürütülen soruşturmadan ayrı tutulmuştur.” denilerek, olağanüstülük daha başlangıçta kabul ve teyit edilmiştir. Kısaca söylemek gerekirse, “olağanüstü yargı”, yargı değildir. Böylesi bir yargılama da adil değildir. Her şeyden önce, böylesi bir yargılama hukuki değildir.

Veysel Güney yargılamasında iki temel hak, yaşam hakkı ve savunma hakkı ihlal edilmiştir. Bu iki temel hak, günümüz çağdaş hukuk anlayışı ve uygulamasında, olmazsa olmaz kavramlardır. Bu açıdan, bu temel hakların ihlalinde salt ulusal hukuk temel alınmaz. Zaten, CMK da, 311/f maddesi ile, ulusal hukukun sınırları, insan hak ve özgürlükleri gözetilerek genişletilmiştir.

Sonuç olarak, yargılama sürecinde aşağıda bir kısmı belirtilen esastan hukuka aykırılıkların yaşanmış olması bir yana, başta Mete Göktürk’ün kitabı olmak üzere, sonradan ortaya çıkan kanıt ve tanıklıklarla kanıtlanmıştır. Yapılan yargılama ciddi bir biçimde şüpheyi barındırır hale gelmiştir. Ortaya çıkan her şüphenin tek tek tarafsız bir yargısal denetimden geçirilmesi, her şeyden önce hukuk sistemi için bir zorunluluktur. Bu nedenle de yargılamanın yenilenmesi gerekmektedir.

C. Esasa İlişkin İhlaller

1- Yargılamanın yenilenmesine karar verilmesi halinde, aşağıdaki hususların yargısal denetime girmesi olanaklı hale gelecektir. Belirtilen her bir husus dahi, esas ilişkin olmakla birlikte, yargılamanın yenilenmesini haklı kılacak özellikte ve hukuk düzeni açısından önemli bir niteliğe sahiptir.

a. Veysel Güney hakkında verilen idam cezasında; ceza verilme, yargılama süreci içindeki sayısız usul ve esas yönünden hukuka açık aykırılık ve ihlal bir yana, ceza MGK tarafından onaylanmıştır. Milli Güvenlik Konseyi hukuksal statü olarak yasama organının hak ve yetkilerine sahip değildir. Yasama organı olan Meclisin yetkisini fiili güç ile elinde bulunduran bir “odağın” ilerde giderimi olanaklı yasama etkinliğinde bulunması bile tartışmalı iken, giderimi olanaksız bir “yasama” edimi ve etkinliği olan idam cezasını onaylayarak son denetleme mercii olarak kendini işlevli görmesi, değil dönemin yürürlükteki ve kabul edilen hukuk anlayışına, 19. yy hak ve özgürlük ve hukuk devleti anlayışına dahi aykırı bir durumdur.

Bu açıdan, yargılamamın yenilenmesi konusunda MGK unsuru önemli bir hak ve hukuk ihlalidir.

b. Hak ve özgürlüklerin korunması ve hukuksal çerçeve belirlenmesinde, 1982 Anayasası’nın, CMK ve TCK. nın genel gerekçesindeki hak öznesi olan kişi/birey lehine yaklaşım ve yorum da yol göstericidir. Aynı biçimde, TCK’da, idam cezasının kesin olarak kaldırılmış olması da, sanık lehine bir yeni durumdur. Davanın sanığının asılarak idam edilmiş olsa dahi, ceza yargılamasının amacının gerçekleşmesi ve talep edenlerin hukuksal çıkarları açısından da bu bakış açısı hukuken değer ifade etmektedir. TCK 45. maddeye göre, suçun karşılığı hapis ve adli para cezalarıdır. Görüldüğü gibi, yeni TCK da ağır hapis cezası dahi kalkmıştır. Hapis cezası olarak, ağırlaştırılmış müebbet, müebbet ve süreli hapis cezasından başka bir yaptırım söz konusu değildir.

c. Veysel Güney’in cenazesi ailesine teslim edilmemiştir. Cenaze, aile için kutsal bir değerdir. Hukukun tamamen ortadan kalktığı, “savaş hukuku” kurallarının geçerli olduğu “açık savaş” hallerinde dahi ölü ve yaralıların toplanması için ateş kes uygulanırken, 12 Eylül 1980 darbesi ve sonrası koşullarında bu temel kural da ihlal edilmiştir. Bu nedenle, idam cezasının öznesi olan sanığın cesedinin gömüldüğü mezarlık yeni öğrenilmiş, ancak cesedine henüz ulaşılamamıştır. Bu yeni veriler de, tüm yargısal süreçlerin de yeniden başlatılması ve özellikle süreye ilişkin sorunların bu açıdan ele alınmasını gerektirmektedir. Yargılama ve idam tarihi düşünüldüğünde; İhlal ağır ve çok eskidir, acı da çok ağır ve çok eskidir ama bir o kadar da yeni ve tazedir.

d. Kararda dayanak olarak ele alınan kamu tanıkları olan zabıt imzacılarının olay sonrası ifadeleri ile duruşma sırasındaki ifadeleri birbirinin tamamen tersi bir görünümde olmasına karşın, bu çelişkiler giderilmemiştir;

• Tanık Yıldırım Efe, maktul Ali İhsan Özer’in yatakta sırt üstü yatarken ateş ettiğini söylemiştir. Tanık Kemal Şahin de duruşmada verdiği ifadede içeride bulunanları yatar durumda gördüğünü söylemiştir. Oysa tutanaklarda kapının çalınmasından, içerde ışıkların yanıp sönmesinden söz edilmektedir. Ve bu ayrıntılar gerekçeli kararda da yer almıştır. Oysa, içerdekileri ilk gören yine tutanaklara göre Kemal Şahin’dir. Tanığın ifadesine göre, eli silahlı militanlar, kapıdaki polislerin üç kere “polis” diye seslenmesine karşın, sır üstü yatarak beklemişlerdir. Üstelik, yine dosyadaki ithamlara göre, çatışma halinde banyodaki boşluktan kaçma konusunda keşif yapan sanık Veysel, silahlı çatışmayı yalınayak ve yatakta, iç çamaşırı ile beklemiştir. Bu ayrıntılar önemlidir. Zira, sanığın anlatımları ile hayatın olağan akışına uygunluğu göstermektedir.

• Atilla Çınar’ın Ali İhsan Özer tarafından vurulduğuna ilişkin tanık Yıldırım Efe tanıklığı kararda kabul edilmiş, ancak aynı tanığın izleyen paragrafta içerde ışık yakılıp yakılmadığı vb. anlatımları dikkate alınmamıştır.

• Tanık Kenan Birben, Atilla Çınar’ın elinde Smitt Wesson tabanca olduğunu söylemiştir. Bu da çok önemli bir ayrıntıdır.

• Tüm tanıklar olayın hemen akabinde maktul üsteğmenin içeriye nasıl girdiğini görmediklerini ve kimin vurduğunu da görmediklerini beyan etmişlerdir. Bu beyana göre, olay mahallinde sanıkla birlikte tatbikat tapılması gerekmekte iken, yapılmamıştır.

• Sanığın cezalandırılması için balistik yeterli görülmüş, bunun dışında gerekçeli kararda, maktulün nasıl öldürüldüğüne dair kanıtı olmayan bir faraziyeye dayanılmıştır. Oysa, o tarihte de adli tıp imkanları atışın yakın mı uzak mı olduğu, merminin giriş açısı gibi hususlar ölçebilirken, böyle bir rapora gerek duyulmadan, faraziye kurulmuş, “sanığın sessizce maktule yaklaşıp, ateş edip, geri kaçtığını” kurgusu kesin kanıtmış gibi ileri sürülmüştür. Böylesi ciddi bir olayda bu faraziyelerin, raporla kanıtlanması gerekir.

e. TCK 450/9 hatası; Veysel Güney’in suçluluğuna ve çatışmaya girmesinin saiki olarak, “İskenderun’da bomba atmaktan dolayı aranması” olarak gösterilmiştir. Ancak, suçlama için ileri sürülen bu hususta sanığın yargılanmasına gidilmemiştir. Bu anlamda da, maddi olay tavsifi ve buna bağlım olarak TCK 450/9 hukuksal tavsifi son derece ağır bir yanlışı içermektedir.

TCK madde 450/9 hükmünün uygulanması için karardaki kalkış noktası, İskenderun’daki bombalama eylemidir. Yani, sanık bu bombalama eyleminden dolayı yakalanmaktan ve uğrayacağı cezadan kurtulmak amacı ile anılan suçu işlediği iddi ve kabul edildiğine göre, ortada öncelikle çözümü gereken bir vakıa/olay ve suç vardır. Bu suçun varlığı halinde yapılan maddi ve hukuksal tavsif doğru olacaktır.

450/9 idamı öngörmektedir. Bu itibarla, bu maddeye uyan koşulların varlığının olup olmadığının tam olarak araştırılması gerekir. Yani, sanığın gerçekten cezadan kurtulmak saiki ile hareket etmesini sağlayacak bir olay var mıdır ve sanığın bu olayla bağlantısı var mıdır? Bunlar araştırılmadan, salt soyut bir iddia ve itham ile hareket etmek büyük bir hatadır. Üstelik 450/9 kapsamına girecek bir olay varsa, bu olayın da yargılaması yapılmalıdır ki, bu olayın subuta ermesi halinde 450/9 koşullarının varlığı da yargısal düzeyde gerçekleşmiş sayılsın. Kararda ise, yargısal düzeyde araştırılmasına dahi dayanılmadan, sonucu idam olan bir hükmün uygulanması soyut anlatım ve söyleme dayandırılmıştır. Bu durum, yargı için hatanın ötesinde çok ağır bir yaradır. Kapatılması da ancak yargılamanın yenilenmesi ile mümkündür.

2- Yukardan beri anlatılan maddi, fili ve hukuksal tabloda, sanık Veysel Güney’in en temel usuli yasal gerekler dahi yerine getirilmeden yapılan bir “yargılama” ile idama mahkum edildiği, hükmün de hızlı bir süreç izlenerek yerine getirildiği görülmektedir. 12 Eylül 1980 dönemine dair pek çok sosyal, politik eleştirme ve değerlendirme yapılmıştır. Ancak, bu dönemin hukuksal uygulamaları ve bu uygulamaların sonuçları hala hukuk düzleminde etkin olarak varlığını sürdürmektedir. Her toplum olağanüstü dönemler yaşar, yaşayabilir. Ancak hemen akabinde toplum kendisini bir iç sorgu, eleştiri ve özeleştiri ve kendini her düzeyde irdeleme, değerlendirme ve geçmişin muhasebesini yapma sürecinden geçirerek, yaşananları toplumsal belleğin arka planına atar. Çünkü, toplumsal ilerleme ve gelişme için bu tür “durakların” tasfiyesi sosyolojik bir zorunluluktur. Veysel Güney davası örneği ise, sosyolojik bir geçiş aşamasının dosyası değil, 12 Eylül’de ihlal edilen en temel ve en “basit” hukuksal ilke ihlallerinin ülkenin hukuk tablosundan silinmesi için temel gereklilik ve zorunluluklardandır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, CMK 311/e hükmüne uygun hukuksal niteliği haiz yeni kanıtların varlığı nedeniyle, Veysel Güney ile ilgili olarak yapılan yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini, vekil sıfatıyla, saygılarımızla talep ederiz.

Ayhan Güney vekilleri

Av. Sabri Kuşkonmaz- Av. Halis Yıldırım
 

VEYSEL GÜNEY'İ ARIYORUZ!
Mersin 78'liler Derneği